Günlük yaşamımızda sürekli birilerini bir şeyler için ikna etmeye çalışırız. Bunun için kendimize akılcı ve mantıklı bir üslup seçip, söylemlerimizi gerçekçi verilerle destekleriz. Seçtiğimiz bu ikna tarzı yaygın görüşe göre etkili olacağı yöndedir ancak insan aklı gerçekçi ve mantıksal verilerle baş etmeyi pek sevmez.
Her insan bir düşünce düzeyine sahiptir ve aklımız sahip olduğumuz düşünceleri destekleyecek bilgileri toplama eğilimindedir. Dolayısıyla karşımızdakini ikna edip düşüncesini değiştirmek pek kolay değildir. Çünkü insanlar yaratıcılıklarını ve zekâlarını kullanıp sahip oldukları düşünceyi korumak için her yeni farklı bilgiye direnirler. Bu direnişin ardında yatan temel neden, düşüncelerinin yanlışlığı karşısında ortaya çıkacak olan hata yapmış olma ve kaybetme endişesidir.
Belki de bir insanı ikna edebilmek için en son başvurulacak yöntem akılcı ve mantıklı veriler ile yaklaşmaktır. Bu gibi durumlarda karşınızdakinin savunma mekanizması devreye girecek ve kendi düşüncesinin doğruluğunu ispatlayacak akılcı gerekçeler üretecektir. Siz bir düşünceyi değiştirmek isterken istemeden de olsa karşınızdakinin görüşünün sağlamlaşmasına neden olabilirsiniz.
Peki, ne yapmalıyız?
Bu sorunun cevabı çok basit; öyküler. Öykü anlatarak karşınızdakini ikna etmek kulağa biraz tuhaf gelebilir ama bazı şeyleri anlayıp kavrayabilmenin doğasında öyküler yatar. Biraz zihninizi zorladığınızda çocukken dinlediğiniz ya da okuduğunuz hikâyelerle doğruyu ve yanlışı kavrayabildiğinizi, bu günkü dünya görüşünüzün oluşmasında dinlediğiniz pek çok öyküden çıkardığınız derslerin önemli bir yeri olduğunu hatırlayabilirsiniz. Öyküler öğrenilmiş davranış biçimlerine neden olur ve belleklerimizden hiç çıkmazlar. Bu nedenle bilinçaltımızda önemli bir yer tutarlar.
İnsanlar öykü dinlerken hikâyenin nereye varacağı merakıyla bilinç duvarlarını ortadan kaldırırlar. Anlatılan hikâye dinleyicinin duygularına dokunur ve insan bilinci savunmasız kalır. Eğer akılcı ve mantıklı yaklaşsaydınız karşınızdan aynı türde yanıt alırdınız ancak öykülerde bilinç, dinleyicinin zihnindeki geçmişi ve anılarıyla bağlar kurarak ondan kendisine bir pay çıkarmasını sağlar. Aslında öykü anlatmak, dinleyicinin bildiği bir şeyi ona hatırlatmaktır.
Akılcı ve mantıklı yaklaşarak karşınızdakine bir şey anlatmak ne kadar zor ise öykülerle karşınızdakini ikna etmek tam tersine o kadar kolaydır. Anlattığınız hikâyeler karşınızdakinin zihnine atılmış bir tohum gibidir. Zamanla gelişir büyür ve insan davranışlarını şekillendirir. Öyküleri anlayıp kavrama hızımız, aklımızın bilgileri işleyip mantığımızın sonuç üretme hızından çok daha fazladır.
Öykü anlatarak birilerini ikna etmek ve bir davranış değişikliği yaratmak, yaşamımızın her anında ve iş hayatında kullanılabilecek etkili bir tekniktir. Katıldığınız toplantıları ve seminerleri düşünün; karşınızda birçok bilgi, slayt ve konuşmacı… Ne kadar sıkıcı değil mi? Bir de konuşmasını küçük hikâyelerle ve fıkralarla renklendiren insanları gözünüzün önüne getirin, salondaki herkes çoğunlukla pür dikkat anlatılana yoğunlaşmıştır.
Öykü dinleyen insanlar ciddiyetten uzaklaşır rahat bir ruh haline geçer. Hikâyedeki olaylar zihinlerde canlanır ve dinleyiciler kendilerini kahramanın yerine koyarlar. İnsanların sorgulayan ön yargılı düşünceleri yerini, anlam arayan ve bağ kuran bir ruh haline bırakır. Öyküler insanlara bir rol biçer, onları motive eder ve ilham verir.
İş hayatında öykü anlatmak çoğunlukla bilinmeyen ya da kullanılmayan bir tekniktir. İnsanlar genelde teknik terimler ve veriler ile konuşarak bilgilerini sergilemek isterler. Bir bilim adamı gibi ya da konunun uzmanı gibi konuşmak doğru bir yöntem olarak görülür. Çünkü onlara göre öykü anlatmak konuyu hafifletir ve sulandır, yetişkin insanlara göre değildir. Oysa akla ve mantığa hitap etmek, dinleyicinin düşüncesini kurcalamaktır. Bu esnada karşınızdakinin savunma mekanizması devreye girer ve ikna etmeye çalışırken karşıt görüşlere neden olur.
Sosyal medyada yer alan ve saatler içinde milyonlara yayılan birçok viral içeriğin başarısında aslında o içerik içinde yer alan bir öykü yatmaktadır. Günümüz insanlarının akla ve mantığa hitap eden pek çok bilgiden daha ziyade, onları eğlendirirken bilgilendiren ve eğiten öykülere ihtiyacı vardır. Bu nedenle her markanın bir öyküsü olmalıdır. Her şirket bir ürün üretirken bunun yanında kendi öykülerini de üretmelidir.
Hangi iş ile uğraşırsak uğraşalım, karşımızdakileri ikna etmek için hayatımızda öykülere daha çok yer vermeliyiz. İnsanları motive etmek ve harekete geçirmek için ya da müşteri sadakati yaratabilmek için, öykü dünyasının sihirli dokunuşlarından yararlanmalıyız. Bu teknik kişisel hayatınızda ve profesyonel iş yaşamınızda önemli başarıların kapısını aralamanıza yardımcı olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder